24 Ağustos 2007

Yaratıcılıktan Pay Alamamış Güncel Reklam Faciaları

Yaşadığım bir sağlık sorunundan dolayı bir süredir evdeyim. 4 gündür raporluyum ve işe gidemiyorum. Dışarı zaten çıkamıyorum. Evde geçirdiğim bu süre, blogla ilgilenmem için bana fırsat verdi. Ama bunun dışında, sabahtan akşama evde oturmanın aslında ne kadar yorucu olduğunu hayatımda ilk kez fark ettim. Bu süre içinde biraz kitap okudum, biraz resim yaptım, bol bol yemek yaptım. Bu aralar az yeme kararı alan eşimin kararını bozduracak kadar çok yemek yaptım. Hani şöyle bir ev dolusu insanı akşam yemeğinde ağırlamaya yetecek kadar çok, eğer takatim olsaydı.
Ama böyle geçmiyormuş boş vakit, televizyon şart. Normal koşullarda aslında TV izlemekten pek de hoşlanmayan bir insan olmama rağmen, buna mecbur kaldım. Önceleri, gündüz kuşağında nelerin gösterildiğini merak ediyordum. Ancak defalarca denemeden sonra gündüz kuşağında izlenebilecek en güzel şeyin reklamlar olduğunu anladım. Her reklamı, sloganını, oyuncularını, senaryosunu, mesajını, müziğini, dikkatle izledim. Ama bazıları anlamsızlıklarıyla aklıma takıldı durdu ve sonunda bir liste yapmayı başardım. İşte reklam klişelerini yine klişe bir takdimle sunuyorum.

Saçmalardan Seçmeler:
  1. "Artık hijyenik temizlik gerektiren kirlere karşı hijyen sağlayan yeni bir OMO var.” OMO Domestos Etkili deterjan reklamında kullanıyorlar bu ifadeyi. Acaba hijyenik temizlik gerektirmeyen kirler hangileri? Ya da var mı böyle bir şey?
  2. "Aklımı seveyim!” Aynı anda hem ACE Bulaşık Deterjanı Etkili ürün, hem de Regal reklamında kullanılmış bu söz. Ne kadar bayat ve de gereksiz, aynı zamanda yararsız. Bir de bazen bu iki reklam art arda denk geliyor. Off! Korkunç! Bunu düşünen o iki ajansın aklını seveyim ben!
  3. "Su yoksa, çay da yok.” Doğuş Çay’ın sloganı olmuş. Her an her yerden çıkabiliyor bu sözler. Küresel ısınma ve su sorununa dikkat çekmek üzere firma sosyal sorumluluk bilinciyle hareket ederek topluma mesaj vermek istemiş. Bunu takdir ediyorum. Ama biraz daha akıllıca düşünülmüş olmalıydı slogan. Yani şimdi bir düşünün. Su yoksa neler yok ki, çaya mı gelmiş sıra. İhtiyaçlar ve kayıplar açısından bakıldığında, susuzluk durumunda çay herhalde son sıralarda gelir.
  4. “Dabi dabi mısır çerezi…” Üzerinde tek kelime etmeye gerek yok, zira öyle ortada ve sahipsiz ki…
  5. “Renk kusursuzdur. Parlaklık ise ona hayat verir.” Avon’un ruj reklamının giriş cümlesi. Nasıl yani? Renk kusursuzdur. Eee, sonra? Parlaklık ise ona hayat verir. Hoppala! Ne alakası var şimdi! Yukarıdaki ifadede yer alan anlatım biçimi ancak aşağıdaki ifadeye benzer bana kalırsa. Sakla samanı, dam üstünde saksağan!
  6. Bir de, şu televizyondan ürün satış bantları var her gün dönen. Hepsinin sonunda 15 dk. içinde hemen sipariş verirseniz, bilmem ne hediye ediyoruz vaadi geçiyor. İşin garibi, bir saat sonra aynı bant aynı vaatle tekrar dönüyor ekranda. Bu 15 dk. böyle tekrarlanıyor ve hiç bitmiyor. Yani aslında acele etmeyi gerektiren bir durum yok. Ne zaman ararsanız bu bilmem neyi zaten veriyorlar. Peki o telaş neden öyleyse?
    10’a tamamlarım sanmıştım bu reklam facialarını, ama aklıma gelenler bunlar oldu. Böyle bir listesi olan var mı? 10’a tamamlayalım listeyi.

22 Ağustos 2007

İşte Tasarım, İşte Yaratıcılık…





Bu güne dek, kağıttan, metalden, plastikten, gazoz kapağından vs. yapılan elbiseler görmüştük. Ama böylesine pes doğrusu... Bu elbiselerden giymek isteyen çıkar mı bilmiyorum ama, çok yaratıcı olduğu kesin. Aslında her türlü polemik bir yana, elbiseler içerdikleri mesaj bakımından anlamlı. Daha önceleri, AIDS’ten korunmak amacıyla önemine dikkat çekmek için tasarlanan condom elbiselerin ortaya çıkış amacı bu sefer biraz farklı…

"Çin'in Pekin kentinde, üreme sağlığı fuarında kondomlardan hazırlanan kıyafetler sunuldu. Büyük dikkat çeken renkli kondomlardan hazırlanan kıyafetlerin sunulduğu etkinlikte, Nüfus ve Aile Planlaması Komisyonu sözcüsü Yu Xuejun, gelecekte Çin'in doğum kontrolü politikasının yumuşamayacağını belirtti. Çin nüfusunun 2010 yılında 1.36 milyar, 2020 yılında 1.45 milyar olması bekleniyor. Öte yandan Çin'in 2033 yılında da, 1,5 milyar nüfusla en yüksek rakama ulaşacağı öngörülüyormuş."

Zaten bahsi geçen defilede açıkça görülüyor ki, kondom Çin’de artık farklı amaçlar için kullanılmakta.
Haber kaynağı için bakınız.

19 Ağustos 2007

Sadece Gökyüzü, Sadece Deniz, Hepsi Bu!

Uzun süredir ortalarda yoktum. Yazılarıma bu kadar süre ara vermemin sebebini soran birkaç dikkatli okurumun merakını gidermeye çalışayım.

Tatildeydim. Gerçek bir tatil. Önce çok hareketli ve hızına yetişilmesi oldukça zor olan bir şehirde geçen bir hafta ve kısa bir süre sonra sadece gökyüzü, sadece deniz, kum, çakıl taşları ve cam berraklığında suların hatırda kaldığı son derece dingin bir hafta daha...

Uzun süredir okuyacak kitap bulamadığım bir dönemde duydum onu. "Dede topraklarını ziyaret et" diyordu 3. öğüdünde Akdoğan Özkan’ın yazdığı Türkiye’de Ölmeden Önce Yapmanız Gereken 101 Şey adlı kitap. Biz de çektik gittik Bulgaristan’ın Silistre şehrine. Küçük, çok sevimli ve oldukça sakin bir sınır şehri Silistre. Bulgaristan’ın kuzey komşusu olan Romanya ile arasından geçerek sınırı belirleyen Tuna Nehri kıyısında kurulu. Nehir oldukça uzun, ancak çok geniş olmadığı için karşı kıyıdaki Romanya toprakları görünüyor. Dönünce aynen kitaptaki gibi kendi sanal dede toprağı tabelamı yukardaki gibi oluşturdum.

Silistre’de geçen 2 günün ardından sonraki durağımız Varna oldu. Şehir ülkenin en çok ziyaret edilen turistik yerlerinden. Karadeniz’e kıyısı olan şehrin sahil şeridi, şehrin doğusunda baştan sona uzanıyor. Hafif dalgalı denizi, insanı boğmayan, nefes aldıran iklimi, son derece konforlu tesisleri ve ucuz fiyatları ile harika bir tatil mekanıymış doğrusu. Konakladığımız “Odesos Otel” çok doğru bir seçim olmuş. Otel şehrin öyle bir yerinde konumlu ki, öndeki odalar deniz manzaralı, arkadaki odalar ise şehir manzaralı. Yaygın uygulama burada da geçerli: deniz manzaralı odalar daha pahalı. Ancak deniz mi yoksa şehir manzarasını mı seçmeli diye uzun süre düşündürtüyor insanı. Biz mi? Biz şehir manzarasını seçtik. Hiç de öyle yabana atılacak, kaçırılacak gibi değildi. Şehir öyle canlı ki, sabahın dördünde, altısında, dokuzunda ve gecenin her saati, her an caddeler dolu. Hareket hiç bitmiyor. İlk günümüzün gecesinde ünlü bir Bulgar rock grubunun konserinde buluverdik kendimizi. Konser otelin önündeki büyük meydanda düzenlenmişti. Biz ise bir gece gezmesinden dönerken, sadece otele girmeye çalışırken konserin tam göbeğinde buluverdik kendimizi. Hiç anlamadığımız bir dilde rock müzik dinlemek enteresandı doğrusu. Ne de olsa müzik evrenseldir!


Varna’ya gitmek isteyenler, veya yolu bir gün buraya düşecek olanlar için kısa birkaç not. Alışveriş işini sakın akşam saatlerine bırakmayın çünkü mağazalar saat 16:00 gibi kapanıyor. Sabah da sakın birkaç mağaza görmek için çıkmayın, zira saat 11:00 den önce açılmıyor hiçbir mağaza. Bunun için en uygun zaman öğlen. Çünkü akşam mağaza henüz kapanmadan yetişseniz bile, mağaza eğer 5-10 dk. İçinde kapanıyorsa genel kural olarak orayı boşaltmak zorundasınız. Nerde bizdeki, müşteri gitmeden kapatmayan mağazacılık anlayışı… Başka bir nokta: sakın pazarlık yapmaya kalkmayın, fiyatı düşüremeyeceksiniz. Bunun yanında, satış görevlisinin anlam verememiş tavrı ile karşılaşacaksınız. Çünkü mantık şu: Fiyatı sizin için uygun değilse, almak zorunda değilsiniz, o ürünü bir başkası mutlaka alacaktır.

Şehrin gece hayatı çok hareketli. İnsanı yoracak kadar… Eğer gelmişken her yeri görelim diyenlerdenseniz bizim gibi, sıkça oradan oraya koşturmanız gerekecek. Yine de arta kalan çok şey olacak.

Sonraki hafta ise, Didim Akbük’teki yazlık evde ve inziva tadındaydı. Sadece gökyüzü, sadece deniz, kum, çakıl taşları ve cam berraklığında suların hatırda kaldığı bir tatil… Güneşin kavurucu sıcağına karşın serin suların tendeki dalgalanmaları... Esen hafif rüzgarın salladığı hamaktaki öğlen şekerlemeleri… Ne TV, ne gazete, ne internet...

Ama bitti. Önümüzde yine koca bir yıl, mevsimler, hafta sonu bekleyişleri…

15 Ağustos 2007

Delisi Bol Olan Köy İyidir!

Yaşlı ve yabancılarla sohbet etmekten büyük keyif alan, al yanaklı, tonton bir amca tanımıştım. “Mucitim” demişti. Gülerek hızlıca anlattı hikayesini. Evde ne varsa değiştirip “daha işe yarar” hale getirmeye ve durup durup “icat çıkarmaya” bayılırmış, “icat çıkarma” diyenlere inat. Deli derlermiş ona. Şimdikiler çok şanslı dedi, o alıştığımız görmüş geçirmiş ağırbaşlılıkla.
Bu olaydan sonra ne zaman teşvik edici bir yarışma veya etkinlik duysam hep o yorgun “muciti” hatırlarım.
İşte bu yarışmalardan biri: Henkel firmasının “İkinci Henkel İnovasyon Yarışması”. Yarışma ile, fikri hakların ticarileştirilmesi, ürün portföyü ile uyumlu yeni fikirlerin desteklenmesi amaçlanmış. Temelde 4 kategori belirlenmiş olup, bunların her birine yeni buluş ve tasarımların katılımı beklenmekte.

Kategoriler:
Çamaşır ve ev bakım ürünleri,
Kozmetik ve kişisel bakım ürünleri,
Yapı kimyasalları ve yapıştırıcılar,
Henkel teknolojileri

Son katılım tarihi 31 Aralık 2007. Detaylı bilgi için buraya göz atmanız yeterli.